22 Ocak 2008 Salı

Bölüm 8


Herkesin sabırsızlıkla beklediği yılbaşı akşamı gelip çatmıştı. Ceren insanlardaki bu heyecanlı beklentiye bir anlam vermiyor, o akşamı sıradan bir zaman dilimi olarak karşılamayı düşünüyordu. Oysa eskiden ne kadar büyük bir heyecanla beklerdi yeni yılı… Çocukken annesi ile hazırladıkları muhteşem çam ağaçlarını anımsadı. Her sene farklı bir renk ve dizayn konseptiyle hazırlanırdı o büyük ağaç. Bir yıl kırmızı ve altın yaldızlı süslerin hakimiyeti olurdu, bir başka yıl mavilerin, pembelerin… Hepsi geçmişte, bir sis perdesinin arkasında kalmıştı.

Ceren’in hatırlayabildiği en eski ağaç süsleme seromonisi beş yaşlarına aitti. O sıralar kardeşi henüz çok küçüktü ve süsleme adına ortalarda yoktu. Ana kız işleri bittiğinde süsler ve ışıltılarla bezenmiş ağacın karşısında el ele durmuşlardı. Annesi Ceren’e doğru eğilmiş ve sadece tek bir parçanın eksik kaldığını, tepeye konacak yıldız figürünün baba tarafından konacağını fısıldamıştı. Ceren akşam babasını her zamanki gibi kapıda karşılamış, alnına konan öpücükten sonra zorla ağacın başına sürüklemişti. Mahmut bey Amerika’da doğmuş ve büyümüş, noel kültürünü almış eşinin tersine bu tip adetlerden çok hoşlanmayan ama eşini üzmemek adına bu ricayı kırmayan bir aile reisi olarak Ceren’in elindeki yıldızı en tepeye, düşmeyecek bir şekilde takmıştı. Ceren ve annesi mutlu olmuştu, bu babanın da en büyük mutluluğuydu. Kardeşinin de katılımı ile bu ritüel her sene tekrarlanmıştı.

Ceren bunalımlı hayatını yaşamakta olsa bile Berrin ile o ağacı her sene süslemeye devam etti. Belki o ağaçlar annesi ile beraber oluşturdukları kadar muhteşem olmuyordu ama evin sıcaklığını ve geleneklerini devam ettiren küçük bir nüans olarak Ceren’i mutlu etmeye yetiyordu. Yıldız ise minik ailenin yeni reisi Ceren tarafından takılıyordu.

İnsanlar dışarıda çılgın gibi eğlenirken, O köpeği Leke ile baş başa müzik dinleyip, sakin bir akşam geçiriyordu. Leke’yi hastaneden çıkıp da dışarıda yürüyüşe çıktığı ilk gün bulmuştu. Küçücük, sevimli ve korunmaya muhtaç bir sokak köpeğiydi o… Annesini aradı ilk başta saatlerce. Fakat ona sahip çıkan olmadı. Minik yavrunun her tarafına dikenler batmıştı. Ceren onu evine getirdi, temizledi, dikenlerini ayıkladı. Yavrunun sağ bacağında beyaz bir leke vardı. O anda adını Leke koymaya karar verdi Ceren. Berrin ile veterinere götürdüklerinde bu yavrunun kurt ve kangal karışımı olduğunu, muhtemelen de bakmak istemeyen birileri tarafından sokağa atılmış olduğunu öğrendiler.

Ceren yavruya, yavru da Ceren’e deli gibi bağlanmıştı kısa sürede… Onun en yakın dostu, koruyucusu oldu Leke. Köpek sahibini çok iyi tanıyor ve onu korumak için elinden geleni yapıyordu. Hatta o minicik hali ile fizik tedavi için eve gelen adamın paçalarına yapışmış ve bırakmamıştı uzun süre. Bu durum uzun zamandır yüzü gülmeyen Ceren’i bile kahkahaya boğmuştu.

Ceren yılbaşı akşamına hizmetlilerin hazırladığı harika bir yemeği didikleyerek başladı. Buna yemek yemek denilemezdi. Koca masayı artık hemen hiç kullanmıyordu. Yemeği ya sehpa üzerinde, yada mutfakta yerdi. O akşam hizmetliler tek kişilik bile olsa bu yemeğin özel olması gerektiğini düşündükleri için o meşhur büyük masayı hazırlamışlardı. O sofrayı aile ve dost davetleri verilen geçmiş zamanlarda olduğu gibi hazırlanmış görmek Ceren’in içini burktu. Hep beraber toplandıkları son akşam yemeği geldi aklına. Bu nedenle yemeği yemedi, sadece didikledi zevk almadan…

Ceren muhteşem Boğaz manzarasına karşı konulmuş rahat kanepeye oturup yanına Lekeyi ve yumuşak battaniyesini aldı. Elinde annesinin zarif seçimi olan kristal bir kadeh vardı. Mahzenden çıkarttığı çok iyi kalite kırmızı şarap ile doluydu. Babasının yaptığı gibi kadehi havaya kaldırdı ve “yeni yılınız kutlu olsun” dedi. Etrafındaki boş koltuklara baktı. Orada ailesinin olduğunu hayal etti. Anne- babası, yaşlı dedesi, amcaları, kuzenleri… Herkesin keyfi yerindeydi. Ona gülümsediler. Ceren’in kim bilir kaçıncı kadehiydi. Denizin arkasından, karşı taraftan atılan havai fişekler insanların eğlencede doruklara çıktığını ve saatin 12 olduğunu gösteriyordu. Tekrar kadehini kaldırdı, odadakiler de ona eşlik ettiler, tıpkı eskiden olduğu gibi… Her şey o kadar gerçekti ki Ceren bir an o korkunç kazanın gerçekte hiç olmadığını, ailesinin yanında olduğunu düşündü.

Kadehler birbiri ardına kalkarken Ceren bir ses ile irkildi. Hızla ve korku ile gürültünün kaynağını aradı. Bu ses çam ağacından düşen tepe yıldızından başka bir şey değildi. Ses ile gerilmiş olan Ceren rahatladı ve süsü çok sağlam koymamış olduğunu düşündü. O düşen süsü almak isterdi ama kalkacak gücü kendinde bulamadı. Etraftaki hayaller o gürültü ile dağılmış, genç kız tekrar ağaca bakarak havlamayan köpeği ile baş başa kalmıştı. Köpeğini güzel sözler fısıldayarak rahatlatmayı başardı…

Ceren şarabın etkisi ile uyuklamak için kanepeye uzandığında battaniyesinin ve şarap kadehinin yere düştüğünü fark etti ama aldırmadı. Hatta kadehin içerisinde kalan kırmızı şarabın kıymetli halıya dökülmüş olduğu düşüncesi bile canını sıkmadı. O sırada uyumakta olan Leke birden hızla gözünü açtı ve acı acı hırlamaya başladı. Gözünü bir noktaya dikmiş korku ile inliyordu.Aynı anda yanmakta olan mumlar söndü ve karanlıkta bir kadın battaniyeyi Ceren’in üzerine örttü. Ceren sadece “anne?” dedi. Cevap sadece“İyi geceler kızım” oldu… Yıllar önce ölmüş annesinin buğulu ve rahatlatıcı sesini duymak genç kıza çok normal ve sıradan geldi o an. Hissettiği sıcaklık sadece battaniyenin koruyuculuğunda ileri gelmiyordu. Huzurla uykuya daldı.. Ertesi gün bu olayı çok normal olarak adlandıramayacaktı kuşkusuz…