1 Haziran 2007 Cuma

SİS

Bölüm 1

Mahmut bey sık sık tüm aile bireylerini kocaman sofrasının etrafında toplamayı çok severdi. Ailenin en büyüğü olmamasına rağmen maddi ve manevi olarak tüm ailenin doğal lideri konumundaydı yıllardır. Genç yaşta çalışarak ve aklını kullanarak büyük bir imparatorluk kurmuş ve hala hayatta olan anne- babasını, evlenmemiş ablasını ve iki erkek kardeşini, onların eşlerini ve tüm çocuklarını etrafında toplamıştı.

Mahmut beyin eşi Selen hanım sosyetenin en güzel kadınlarından biri olmasına rağmen daha çok mütevaziliği ve yardımseverliği ile dikkat çekerdi. Yüzündeki yumuşak, sıcacık ifade karşısındaki insanı bir anda kalbinden vurur ve garip bir huzur verirdi. Belki bunca yıl kalabalık ailenin güçlü birlikteliğini sadece Mahmut beyin ailesine aşırı düşkünlüğü ve hatta maddi gücü değil, bunu canı gönülden destekleyen Selen hanımın içtenliği ve karşı konulmaz çekiciliği sağlamıştı. Onun sofradaki manevi huzuru olmasa sanki herkes bir tarafa dağılacak gibiydi aslında. Ama yemekleri, sofra düzeni, masaya serpiştirdiği çiçekler ve parıltılı süsler kadar insanı derinlere çeken sevgisi ve hoşgörüsü sanki bu dağılmayı yıllardır engelleyen dayanılmaz bir güçtü… O sanki ailenin gelini değil, kızıydı…

Çocuklar artık büyüyordu. Mahmut beyin kızı 18 yaşındaydı mesela… Güzeller güzeli prensesi… O ileride kimselere veremeyeceğini düşündüğü güzel bebek… Masa başında ne coşkuluydu! O coşkulu olmasın da kim olsun diye düşündü o an gözlerini üzerinden alamayarak… Küçük çocuğu, 15 yaşındaki oğlu Berke ise zehir gibi ama biraz hiperaktif bir çocuktu… İleride şirketi o idare edecekti, kızı bu konuda çalımak istemediğini, doktor olmaya karar verdiğini kesin bir dille açıklamıştı. Biraz kırılsa da üstüne hiç gitmemiş, kızının kararını desteklemiş ve işin geleceği ile ilgili ailedeki diğer alternatiflere güvenmişti.

Kendisinden sadece iki yaş küçük kardeşi Mehmet ise neredeyse çocuğu gibi olmuştu hep. İş yerinde sağ kolu oydu. Hayatta belki de en çok güvendiği insan… Ablası ve diğer erkek kardeşinden de çok… Asla onu vurmayacak, kazık atmayacak tek insan… Eşi çok süslü, gezmeyi tozmayı, magazinde boy göstermeyi seven bir kadın olmasına rağmen ailesine bağlıydı, bir fenalığını görmemişti. Ne yazık ki tek çocukları Berrin kendi kızı ile çok iyi anlaşsa da onun tam tersi bir karakterdi. Babasının onca imkanına rağmen büyük rüşvetler ile her yıl geçtiği okuldan son sene atılmış, başka bir okula apar topar verilip zorla geçirilmiş ama üniversiteyi kazanamadığı için aileyi yine üzmüştü. Gerçi Berrin bunu hiç önemsemiyordu ama birazdan önemseyecekti.

Küçük erkek kardeşi, tekne kazıntısı Metin ise pırıl pırıl bir gençlik ve tahsil hayatı geçirmiş, yani kendi yaşayamadığı şeyleri yaşamış yakışıklı bir adamdı. Bütün o güzellikleri yaşaması için her şey yapmıştı Mahmut bey. Kendisi ve Mehmet’in yapamadığı her şeyi yapmasını sağlamıştı. Sonra o da ikinci sağ kolu olmuştu onun. Ama biraz fazla hırslıydı, farklıydı diğer kardeşinden, bazen korkutucuydu. İki oğlu vardı, on ve on iki yaşlarında, babalarının kopyaları, çirkince ama akıllı, kocasını avucunda oynatmasını bilmiş, çok sevilmeyen, ama hatır için katlanılabilen anneleri ile ilgisizdiler çok şükür.

Ablası Meltem… Kendinden 5 yaş büyüktü ama 10 yaş genç duruyordu. Bu kadar mı genç kalınır, bu kadar mı bakımlı olunurdu… Kendi tercihi ile evlenmemiş, kendi deyimi ile hayatını yaşamaktaydı. Hiçbir sıkıntısı olmayan bir kadın, kozmatiğin de katkısıyla genç göstermesin de ne olsun. Anne babasını çok üzmüştü bu kereta yıllarca. Neyse, şimdi sırası değildi.

Anne babası ise… Yaşlıydılar… Çok yaşlıydılar. O an içi buz gibi oldu Mahmut beyin, korku ile doldu. Son yıllarda şiddetle yaşadığı, onları kaybetme korkusu yine içini sardı. Ama bunları bugün düşünmemeliydi, hayır bugün değil! Tekrar eski sevincine döndü.

En son gözü Mualla hanıma takıldı. Ailenin emektarı, artık teyzesi, ablası , tüm çocuklarının bakıcısı, eşinin sırdaşı, yaşlansa da tüm evi hala idare eden, gerektiğinde otorite, gerektiğinde herkesin sığınacağı liman, klasik emektarların tersine kültürlü, üç dil bilen… O hep sofrada olmuştu yıllardır, hep de olacaktı.

Masada o an 15 kişilerdi… Masa çok büyüktü, hala kaldırıyordu onca kişiyi. Mahmut bey ve Selen hanım çocuklar çok küçükken bile onları masaya alır, asla ayrı sofraya oturtmazlardı. Aile sevgisini, coşkusunu küçüklükten almaları gerekirdi çünkü. O nedenle o sofralar hep gürültülü ama şen şakrak olurdu.

Çocuklar küçükken aslında her şey daha kolaydı. Ailenin dağılması o zamanlar imkansız gibiydi. Fakat yıllar sonra çocukların hepsi birer yetişkin olduklarında çözülme ister istemez başlayacak, yaşlılar tek tek aralarından ayrılacak, kalanlar da giderek daha isteksiz katılacaklardı bu aile tablosuna… Kimbilir?

Mahmut beyi bu bunalımlı düşünceler bile üzemezdi o gün. Çok keyifliydi. Kolay mı, ülkenin en gözde tıp üniversitesini kazanmıştı kızı, doktor olacaktı… En pahalı okullarda okumuş ve harika bir eğitim almıştı. Ona o kadar düşkün olmasa yurtdışına gönderirdi. Ama çocukların yeri ailelerinin yanıydı. Sosyetede bunu düşünen kimse kalmamıştı artık ama O bu konuda kararlıydı. Kızı burada okuyacaktı. Geriye kalan tek sorun, üniversiteye giriş sınavı da kızının zekası ve şımarıklıktan uzak, akılcı karakteri ile aşılmıştı…

Mahmut bey yerinden kalktı. Güzeller güzeli bebeğine bakarak konuşmaya başladı:
“Bugün beklide oğlumun doğumundan bu yana en mutlu günüm. Kızım Ceren doktor olacak… Beni şimdiye kadar hiç üzmedi, çok güzel okudu ve tıbbı kazandı. Bunun şerefine size güzel bir armağanım olacak. Haftaya hep beraber tatile gidiyoruz. Hem de sürpriz bir yere… Mayoları, güneş kremlerini hazırlayın, ve bayanlar size söylüyorum, bir ay yetecek kadar giysi almayı unutmayın. Şerefine kızım!”

Elindeki şampanya kadehini bir saniye Ceren’e bakmayı kesmeden havaya kaldırdı. Herkes kutlama günlerinde yapılan ritüeli gerçekleştirerek aynı şekilde davrandı. En kütü günleri böyle olmayacaktı, ama bunu bilmiyorlardı o anda tabi…

Herkes bu tatili önceden biliyordu ama dramatik konuşmalar yapmayı seven Mahmut bey sanki ilk kez bunu açıklıyor gibi yapmıştı, aile bireyleri de aralarında gizli bir anlaşma yapmışlar gibi bu süprizi ilk kez duyuyor gibi davranmışlar, sevinç nidaları atmışlardı. Bir kişi hariç: Berrin suratını asmış duruyordu. Çünkü o bu tatile gidemeyecekti. O tutulmuş en iyi hocalar ile ders çalışarak geçirecekti o yazı! O kadar paraları varken buna ne gerek vardı? Bir sürü özel okul vardı, hem okumasa ne olurdu ki! Çalışmayı değil, zengin biriyle evlenmeyi hayal eiyordu o. Ama amcası, o her şeye karışan, o her şeyi planlayan adam! O olmasa, o ölse keşke diye düşündü, sonra da pişman oldu. Çünkü Ceren'i severdi. Gerçekten severdi. Arada kıskanırdı, kızardı ama severdi... Yine de somurtması geçmedi.

Oysa Berrinin bu geziye katılmama fikri Mahmut beye değil, babasına aitti. Kızının bir şekilde kulağını çekecekti O!

Ceren çok teşekkür etti. Sırdaşı, en iyi dostu sevgili Berrininin kendisini nefret dolu gözler ile izlediğinin farkında değildi. Kimse fark etmemişti bunu. Zaten hep Ceren fark edilirdi, Berrin değil!

Sofradan kahkahalar yükseliyordu. Kadınlar tatil alışverişi konusunda konuşuyor, yaşlı anne- baba oğlum biz gelmeseydik tartışmasına boşuna girişiyor, çocuklar gevezeliklerini daha da şiddetle artan bir biçimde sürdürüyorlardı. Sofradakiler keyifliydi. Hem de çok…

6 yorum:

Bocuruk dedi ki...

İyi başlamışsın. Sürükleyici bir roman olacak. Hadi bakalım canım:)

böğürtlengözün annesi dedi ki...

Valla başlangıç çok güzel olmuş,tebrik ederim.Şimdiden hepsinin tipini gözümde canlandırabildim,anlatımın çok güzel..

Nasıl geçti habersiz... dedi ki...

ben girişi çok beğendim..)

Gamzeli dedi ki...

Çok güzel bir romana benziyor gerçekten...hadi hayırlısı olsun...

Emre dedi ki...

Çok süper oldu bu ya, internetten roman okuycam sağol, bu arada merak ediyorum devamını ona göre hadi sana kolay gelsin:)

Selen dedi ki...

guzel guzel cok guzel gidiyor.bende okuyorum.Kolay gelsin