19 Haziran 2007 Salı

SİS


Bölüm 6


Ceren Nişantaşı’na yine korkunç bir trafik içerisinde, randevusuna on dakika geç kalmış bir şekilde ulaştı. Ne var ki park yeri ararken şansı yüzüne güldü. Tam da Gülgün hanımın muayenehanesinin bulunduğu o şahane, eski taş binanın önünde buldu boş bir yer hem de…

Gülgün hanım Ceren’in dört senedir devamlı gittiği psikiyatristiydi Ama özellikle son iki yıldır bir doktordan öte, bir abla, bir arkadaş gibi bağlanmıştı ona. Muayenehanenin dışında sık sık buluşurlar, zaman zaman Berrin’in de katıldığı şarap geceleri düzenlerler, ortak ilgi alanları üzerine derin sohbetlere dalarlardı. Bu arkadaşlık esnasında saygı unsuru hiç azalmadığı için hala sağlıklı bir doktor- hasta ilişkisi kurabilmeyi başarabiliyorlardı. Kısacası Ceren bu kadını hem çok seviyor, hem de güveniyor, hem de saygı duyuyordu.

Gülgün hanım bir önceki hastayı yolcu ediyordu. Ceren’in gecikmeden dolayı suçluluk duymasına gerek kalmamıştı. Doktoru ile samimi bir şekilde selamlaştılar. İçeri girdiklerinde hastayı rahatlatmak için kullanılan tütsünün hoş kokusunu aldı. Gülgün tipik bir doktor değildi. Şu an içinde bulundukları mekan bir doktor odasından çok sıcak bir evin en rahat döşenmiş, dinlendirici oturma odasına benziyor ve insanı sarıp sarmalıyordu.

Ceren dört yıl önceki kazadan sonra, bir çok ameliyat geçirmiş, vücudu tamir edildikten sonra sıra acı çekmekte olan ruhuna gelmişti. Bu esnada birçok farklı doktora gitmiş ama hiçbirini samimi ve kendine yakın hissetmemişti. Son olarak annesinin en yakın arkadaşı Funda teyzesi yeni yöntemler deneyerek ruhsal sorunları olan bir çok sosyetiği iyileştiren Gülgün hanımı önermişti.

Gülgün ile tanışır tanışmaz bu kadının ona yardım edeceğini anlamıştı. Birçok insanın sıra dışı olarak nitelendireceği o odada kendini kazadan beri ilk kez güvende hissetmiş, huzur duymuştu. Doktor otuzlu yaşların ortalarında, çok uzun boylu, incecik, çok güzel bir kadındı. Ceren’i büyük bir sıcaklık ve içtenlikle karşılamış, dertlerini diğer doktorlar gibi ilgisiz ve soğuk bir şekilde değil “gerçekten” dinlemişti. Bunun da ötesinde kadın annesine çok benziyordu. Yeşil gözler, kumral dalga dalga saçlar… Dahası, zarif, sakin ve özenli davranışları, konuşma tarzı da tıpatıp annesi gibiydi. Tüm bunlar Cerenin Gülgün’ü kabullenmesine yetti…

Tedavinin başlarında oldukça ağır ilaçlar kullanmak zorunda kalmıştı. O dönemde Ceren uyumak, yemek yemek, gülmek, yorulmak, korkmak, üzülmek gibi tüm insani duygulardan uzak bir şekilde yaşamaktaydı. Hayat tamamen durmuş gibiydi ve yaptığı tek şey durmadan, yorulmadan yürümek, koşmak ve yüzmekti… Verilen ilaçlar pembe bir dünya vaat ediyordu. Oysa dünya Ceren için mordu!

Zamanla bünyesi ilaçlara alıştı ve kabul etti. Normal hayata olmasa da normal yaşayışa geri döndü Ceren… Okula başladı, bir iki arkadaş edindi. Ama tedavisi hiç bitmedi… Ruhsal acısı azalsa da hiçbir zaman tamamen geçmedi…

Ceren o gün Gülgün’e yeni yıl hediyesi vermeye ve kutlamaya gitmişti. Başka bir hastanın sırasını yememek için randevu almıştı. Hem birkaç dakika konuşmak onu rahatlatacaktı, öyle de oldu. İki kadın yerdeki yumuşak minderlere çöktüler… Kahve eşliğinde hayata dair dedikodu ettiler. Konu yine yılbaşı akşamına geldi. Gülgün hanım onu evinde düzenleyeceği partiye çağırıyordu. Ama Cerenin bu konudaki tutumunu bildiği için ısrarcı olmadı. Yalnız kalmasının doğru olmadığını, biraz eğlenmenin iyi geleceğini söyledi sadece. Partiye bol miktarda yakışıklı davet ettiğini de gülerek ekledi.

Ceren Gülgün’e 1954 yılına ait, Fransızca bir resim kitabı almıştı. Kitap doktorun özellikle ilgi duyduğu döneme ve o dönemin ünlü ressamlarına ait harika resimler ve bilgiler içeriyordu ve limitli basılmıştı. Bunu bulmak kalay olmamıştı ama Gülgün’ün gözlerindeki pırıltıya değerdi. Doktoru da çekmecesinden bir kutu çıkarttı. Ceren kutuyu açtığınıda çok değişik, gizemli bir taşı olan, hoş bir kolye ile karşılaştı… Taş bilmediği ama çok etkileyici bir figür içeriyordu. Bu değerli hediyeye bayılmıştı. Karşılıklı teşekkür ile birkaç dakika daha geçti ve Ceren ayrılmak için ayağa kalktı, vedalaştılar…

Ceren tam odadan çıkarken düşünmeden, bir robot gibi geriye döndü ve Gülgün’e boş bir yüz ifadesi ile “Ölüm bir son mudur?” diye sordu. Bu beklenmedik ve zamansız soru Gülgün’ü endişelendirse de bunu yüzüne yansıtmadı. Bunu neden sorduğunu bir sonraki randevularında öğrenecekti kuşkusuz o deneyimli ve zeki doktor. Sadece gülümseyerek “Bunu ben bilemem, sanırım bir gün hepimiz öğreneceğiz” dedi. Ceren hiç konuşmadan dışarı çıktı. Son günlerde ölümden sonraki hayat çok kafasını kurcalıyordu…





8 yorum:

Bocuruk dedi ki...

Bambaşka bir yöne doğru ilerliyor gibi...

[ fiкяiмiи iиcє güℓü ] dedi ki...

Sağ gösterip, sol çakacaksın sanki...

Emre dedi ki...

valla benimde kafamı kurcalıyor, bekliyoruz heyecanla yeni bölümü, kolay gelsin sana.

renkler dedi ki...

Bocurukçuğum, her an her şey olabilir:-)

renkler dedi ki...

İnce Gülcüğüm, nereden çakacağım belli olmaz benim:-)

renkler dedi ki...

Sevgili Emre, sağol. Bir sonraki bölüm biraz sıkıcı geliyor bana, ilham gelir gelmez yazacağım. Ama ondan sonraki bölüm çok önemli. İlginç gelişmeler olacağına emin olabilirisn:-)

Nasıl geçti habersiz... dedi ki...

Bak yakındır kitabın sonunu merak etme günlerim.. Bana özel bir link ata :P Roman Sonu Linki :)) Ellerine sağlık canım..

renkler dedi ki...

Yağmur Damlacıkım, daha sonu yazılmadı ki:-)